Kayıtlar

Ağustos, 2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Benim Gençliğimdeki Gençlik Dizileri :)

"Kavak Yelleri" dizisini ne zaman görsem hep bir yerlerimle gülesim gelir :) Allah'tan bitiyor da kurtuluyoruz :) Dizi, 2000'lerde Cnbc-E gösterilen "Dawson's Creek" dizisinin çok ama çok kötü bir kopyasıydı. Gerçi "Küçük Sırlar" da öyle ama o da ayrı bir inceleme konusu. Orijinaline hakaret gibi gelir bana böyle kötü kopyalar. Sen orijinal bir şey yaratamadın, bari geliştir, üstüne bir şeyler kat! Ama Dawson's Creek'i özellikle gençlik dizilerini sevenlere tavsiye ederim. Çok güzel bir diziydi. Türünün en iyilerinden biriydi zamanına göre. Gerci şimdiki gençlik biraz daha "Gossip Girl"cü, Blair'ci oldu :) "Dawson's Creek" o dönemde karşılaşılabilecek bir çok farklı karakterlerle çok güzel anlatıyordu gençlikte yaşanılanları.. En azından "Gossip Girl"e göre biraz daha gerçek hayattan gibi geliyor bana. Herkes kendinden birşeyler bulabiliyordu karakterlerden birinde :) Finali de çok güzeldi.

Rüya

Sanırım şu sıralar herkes dekoder açık yatıyor galiba ki garip garip rüyalar görüyoruz :) Dün gece bende iki rüya gördüm ama ikincisi bayağı ilginçti. İlk rüya son zamanlarda gördüklerime benzerdi. Bir şeyleri elde etmeye ya da ulaşmaya çalışıyordum. Adeta Mario oyununda gibiydim rüyalarda. Sonra kurtarılmayı bekleyen prenses ve bende atılan taşlar, çekiçlerden falan hoplayıp zıplayıp engelleri aşmaya çalışıp prensesi kurtarmaya çalışan Mario :) Ama son zamanlarda başarılı olamıyorum. Dün gece de göya gizli gizli prensese ulaşmam gerekiyordu ama ufak bir detay nedeniyle yakalandım ve tüm plan suya düştü. Bende sinirlendim artık kaç defadır istediğimi bir türlü yapamadım diye. "Amaannnn" diye tüm enerjiyle bir giriştim ama ne girişme! Oyunlarda olur ya hani ilerledikçe bir çubuk dolar ve süper güç yada kombo falan yaparsın. Aynı o enerjiye geldim resmen. Bir girişiyorum önüme gelene var ya kan revan içinde ortalık. Bütün hıncımı çıkarıyorum. Acımıyorum kimseye. Kill Bill mode:

Kahvaltıya misafirim vardı bu sabah :)

Hayat öyle garip bir şey ki.. O kadar dipte, sinirli veya isyankar olduğunuz zamanlarda hiç beklemediğiniz bir anda, ufacık da olsa bir güzellik çıkıp dağıtabiliyor o bütün karamsar tabloyu. Bu günde öyle karamsar bir tabloda güne uyandım ve işe gitmek için yola koyuldum. Durakta minibüs beklerken, bir baktım biraz uzaktan sallana sallana dana kadar bir doberman geliyor. Doberman yazınca insan şöyle bir tırsıyor di mi? :) Ama yok; bunun sadece kalıbında var dobermanlık, hareketleri görseniz tam bir şebek :p Hopluyor, zıplıyor -düşünün dana kadar bir dobermanın üstüme zıpladığını :) - Bir sevimliydi, bir sevimliydi mübarek. insanın o dana kadar köpekle oynayası geliyor :) Bende zaten öyle yaptım :) Ama olayı sonradan çözdüm meğer bizimkinin şebeklikleri karşılıksız sevgiden değil, bir çıkarı uğrunaymış. Hainin elimdeki simitlerde gözü varmış meğer. Sende mi brütüs! bari sen yapma dedim :) Şaka bir yana meğer aç kalmış benim küçük sabah dostum. Kıyamadım tabi ona ve kendisini tanrı

Gül

Bir hastanenin acil servisinin kapılarını hızlıca çarparak içeri giriyoruz. "Kimse yok mu yardım edicek? Doktor veya hemşire? Kadın doğurmak üzere!" diye etrafa sesleniyorum. İki hastabakıcı sedyeyi bizden alarak hızla uzaklaşıyorlar. Sedyeyi teslim ettikten sonra beynim çalışmaya başlıyor. "Niye hastanedeyim ben? Nasıl geldim buraya? Bu kadın kim? Hiç tanımıyorum onu. Neden ona eşlik ettim?" hiçbir fikrim yok. Sonra yukarı doğumhanenin oraya çıkıyorum kadının yanına. Kadın çığlık çığlığa, her an doğum yapabilir. Oradakilere soruyorum: "doktorlar nerde? Kadın doğurdu doğuracak be!" "Bilmiyoruz. " diyorlar. Fırlıyorum dışarı doktorları bulmaya. Tüm katları dolaşıyorum ama nafile bir tane bile doktor ortada yok. Tam en katta birini bulmuş doğumhaneye doğru katları koşturarak çıkıyorken ağlama sesleri duymaya başlıyoruz. Bebişin sesleri bunlar! Yanlarına vardığımızda sadece hemşireler vardı. Doktoru bekleyemeden gerçekleşmiş doğum. Yanlarına yakl

Dünya Kupası'98

Gece saat üç civarı sahur yemeğindeyim. Bir yandan yemek yerken bir yandan da televizyonda neler var diye kanalları dolaşıyorum. Ne yapayım yemek yerken televizyon izleme gibi bir huyum var :) Bu sabah anılarımdaki güzel bir dönemi anlatan bir belgesele denk geliyorum: Dünya Kupası'98 :) Bazılarının gene mi futbol dediğini hissediyorum. Evet, bende çoğu erkek gibi futbolla ilgileniyorum maalesef :) Diğer futbolseverleri bilmem ama ben futbolun estetiği, sanatı, ve mücadelesini seviyorum. Futbolun sanatı mı olur demeyin :) Nasıl bir insan konserde ses yeteneğini veya enstrüman çalma yeteneğini, resimde çizim yeteneğini sergiliyorsa; benim içinde ayağıyla topla beraber, başkalarıyla mücadele içinde yaptığı hareketler ilgimi çekiyor. Mesela o yüzden her maçı izlemem. İyi mücadelenin veya güzel hareketlerin olabileceği maçları izlerim ve bu dünya kupası da sadece mücadelenin ve estetiğin olduğu bir turnuva olmamıştı. Her şeyi ile çok güzel bir turnuvaydı. Her ne kadar çoğu yazım