Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Hayat bir oyundur ve ben oyun oynamak istiyorum..

Ben bir savaşçıyım.. Elementlerden ateş grubunun, gezegenlerden savaşçı marsın özelliklerini taşıyan, şansıma savaşçı ve yöneticilerin en iyilerinden biri olan Fatih Sultan Mehmet ile aynı gün doğan bir savaşçıyım ben.. Ama fiziki değil düşünce savaşçısıyım ben. Ama Tanrı beni seviyor ki galiba fiziki değil düşünce savaşlarının yani sevdiğim bir ortamın içine yollamış beni. İlla savaşların sert bildiğimiz savaşlar da olması gerekmiyor. Karşılıklı olan her şey ufak ya da büyük tatlı ya da sert bir savaştır benim için. Ama tatlı, minik oyun, gibi olan savaşları daha çok severim. Bu savaşlardaki en iyi silahlarımsa kelimelerim.. Kendime göre karışık bir anlam sistemim var. Ateş nasıl "+" ve "-" yi içinde barındırıyorsa, bende "+" ve "-" özellikleri ve düşünceleri aynı anda iç içe yaşıyor veya düşünebiliyorum. Aynı anda çok yönlü görebilmek çoğu zaman yorucu oluyor. Çünkü düşüncelerin hangisinin en olumlu, en doğru veya en olması gereken olduğunu

Benim Gençliğimdeki Gençlik Dizileri :)

"Kavak Yelleri" dizisini ne zaman görsem hep bir yerlerimle gülesim gelir :) Allah'tan bitiyor da kurtuluyoruz :) Dizi, 2000'lerde Cnbc-E gösterilen "Dawson's Creek" dizisinin çok ama çok kötü bir kopyasıydı. Gerçi "Küçük Sırlar" da öyle ama o da ayrı bir inceleme konusu. Orijinaline hakaret gibi gelir bana böyle kötü kopyalar. Sen orijinal bir şey yaratamadın, bari geliştir, üstüne bir şeyler kat! Ama Dawson's Creek'i özellikle gençlik dizilerini sevenlere tavsiye ederim. Çok güzel bir diziydi. Türünün en iyilerinden biriydi zamanına göre. Gerci şimdiki gençlik biraz daha "Gossip Girl"cü, Blair'ci oldu :) "Dawson's Creek" o dönemde karşılaşılabilecek bir çok farklı karakterlerle çok güzel anlatıyordu gençlikte yaşanılanları.. En azından "Gossip Girl"e göre biraz daha gerçek hayattan gibi geliyor bana. Herkes kendinden birşeyler bulabiliyordu karakterlerden birinde :) Finali de çok güzeldi.

Rüya

Sanırım şu sıralar herkes dekoder açık yatıyor galiba ki garip garip rüyalar görüyoruz :) Dün gece bende iki rüya gördüm ama ikincisi bayağı ilginçti. İlk rüya son zamanlarda gördüklerime benzerdi. Bir şeyleri elde etmeye ya da ulaşmaya çalışıyordum. Adeta Mario oyununda gibiydim rüyalarda. Sonra kurtarılmayı bekleyen prenses ve bende atılan taşlar, çekiçlerden falan hoplayıp zıplayıp engelleri aşmaya çalışıp prensesi kurtarmaya çalışan Mario :) Ama son zamanlarda başarılı olamıyorum. Dün gece de göya gizli gizli prensese ulaşmam gerekiyordu ama ufak bir detay nedeniyle yakalandım ve tüm plan suya düştü. Bende sinirlendim artık kaç defadır istediğimi bir türlü yapamadım diye. "Amaannnn" diye tüm enerjiyle bir giriştim ama ne girişme! Oyunlarda olur ya hani ilerledikçe bir çubuk dolar ve süper güç yada kombo falan yaparsın. Aynı o enerjiye geldim resmen. Bir girişiyorum önüme gelene var ya kan revan içinde ortalık. Bütün hıncımı çıkarıyorum. Acımıyorum kimseye. Kill Bill mode:

Kahvaltıya misafirim vardı bu sabah :)

Hayat öyle garip bir şey ki.. O kadar dipte, sinirli veya isyankar olduğunuz zamanlarda hiç beklemediğiniz bir anda, ufacık da olsa bir güzellik çıkıp dağıtabiliyor o bütün karamsar tabloyu. Bu günde öyle karamsar bir tabloda güne uyandım ve işe gitmek için yola koyuldum. Durakta minibüs beklerken, bir baktım biraz uzaktan sallana sallana dana kadar bir doberman geliyor. Doberman yazınca insan şöyle bir tırsıyor di mi? :) Ama yok; bunun sadece kalıbında var dobermanlık, hareketleri görseniz tam bir şebek :p Hopluyor, zıplıyor -düşünün dana kadar bir dobermanın üstüme zıpladığını :) - Bir sevimliydi, bir sevimliydi mübarek. insanın o dana kadar köpekle oynayası geliyor :) Bende zaten öyle yaptım :) Ama olayı sonradan çözdüm meğer bizimkinin şebeklikleri karşılıksız sevgiden değil, bir çıkarı uğrunaymış. Hainin elimdeki simitlerde gözü varmış meğer. Sende mi brütüs! bari sen yapma dedim :) Şaka bir yana meğer aç kalmış benim küçük sabah dostum. Kıyamadım tabi ona ve kendisini tanrı

Gül

Bir hastanenin acil servisinin kapılarını hızlıca çarparak içeri giriyoruz. "Kimse yok mu yardım edicek? Doktor veya hemşire? Kadın doğurmak üzere!" diye etrafa sesleniyorum. İki hastabakıcı sedyeyi bizden alarak hızla uzaklaşıyorlar. Sedyeyi teslim ettikten sonra beynim çalışmaya başlıyor. "Niye hastanedeyim ben? Nasıl geldim buraya? Bu kadın kim? Hiç tanımıyorum onu. Neden ona eşlik ettim?" hiçbir fikrim yok. Sonra yukarı doğumhanenin oraya çıkıyorum kadının yanına. Kadın çığlık çığlığa, her an doğum yapabilir. Oradakilere soruyorum: "doktorlar nerde? Kadın doğurdu doğuracak be!" "Bilmiyoruz. " diyorlar. Fırlıyorum dışarı doktorları bulmaya. Tüm katları dolaşıyorum ama nafile bir tane bile doktor ortada yok. Tam en katta birini bulmuş doğumhaneye doğru katları koşturarak çıkıyorken ağlama sesleri duymaya başlıyoruz. Bebişin sesleri bunlar! Yanlarına vardığımızda sadece hemşireler vardı. Doktoru bekleyemeden gerçekleşmiş doğum. Yanlarına yakl

Dünya Kupası'98

Gece saat üç civarı sahur yemeğindeyim. Bir yandan yemek yerken bir yandan da televizyonda neler var diye kanalları dolaşıyorum. Ne yapayım yemek yerken televizyon izleme gibi bir huyum var :) Bu sabah anılarımdaki güzel bir dönemi anlatan bir belgesele denk geliyorum: Dünya Kupası'98 :) Bazılarının gene mi futbol dediğini hissediyorum. Evet, bende çoğu erkek gibi futbolla ilgileniyorum maalesef :) Diğer futbolseverleri bilmem ama ben futbolun estetiği, sanatı, ve mücadelesini seviyorum. Futbolun sanatı mı olur demeyin :) Nasıl bir insan konserde ses yeteneğini veya enstrüman çalma yeteneğini, resimde çizim yeteneğini sergiliyorsa; benim içinde ayağıyla topla beraber, başkalarıyla mücadele içinde yaptığı hareketler ilgimi çekiyor. Mesela o yüzden her maçı izlemem. İyi mücadelenin veya güzel hareketlerin olabileceği maçları izlerim ve bu dünya kupası da sadece mücadelenin ve estetiğin olduğu bir turnuva olmamıştı. Her şeyi ile çok güzel bir turnuvaydı. Her ne kadar çoğu yazım

Bir Can Borcum Var Sana Kanka :)

-Arda: Alo! Kanka naber? -Raist: İyi, senden naber kanka? -Arda: İyiyim. Kanka noldu bu seneki tatil işi? Gitmiyor muyuz Kumbağ'a bu sene? -Raist: Kanka fakirim bu sene. Gidebilecek para yok. -Arda: Yapma kanka ya! Evde mi geçireceğiz tatili? Ayarlarsın bişiler? -Raist: Oğlum ben dünden hazırım tatile ama; gerçekten para yok. Üstelik Özgür ile Mehmet ne diyorlar? Onlarda gelecekler mi? -Arda: Sen bir "he" de onları ayarlarız. -Raist: Ya, kanka inan buradan senin eve gelecek param yok desem yeridir yani :) -Arda: Ayarlarız, ayarlarız bir şeyler.. -Raist: İyi bakalım. Sen bir konuş; duruma göre bir şeyler yaparız artık.. -Arda: Oke kanka! Hadi görüşürüz sonra.. -Raist: Görüşürüz.. Ne kadar fakir olsam da arkadaşlarım sağ olsunlar; toparladık bir şeyler, yaptık planları koyulduk yola. Bu durumu hemen hemen her yaz tekrarlıyorduk. Ben, Arda, Özgür ve Mehmet yazın bir haftasını mutlaka beraber Kumbağ'da ya bir tanıdığın yazlığında ya ki

Kovalamaca Rüya Rekoru

Uykuyu çok seven biriyim. Her ne kadar son zamanlarda 8 saat uykudan 6 saate falan düşürmeye çalışsam da olmuyor bir türlü. Ertesi gün mutlaka telafi ediyor kendini. Ama bir ara uyumak istemiyordum resmen. Korkudan falan değil. Uykuda dinleceğime daha çok yoruluyordum.. Yatıyorum yatağa; şöyle hafiften dalıyorum; sanki yavaş yavaş bir oyun ekranına geçiyorum. Önde ben, arkada siyah bir köpek ekrana yerleştirilmişiz. Start tuşuna basılmış gibi köpek bir başlıyor peşimden koşmaya, tabi bende kaçmaya. Dağ, tepe, bayır, apartman, teller meller , engel diye bir şey bizim için yok. Şehrin bir ucundan diğerine koşturuyoruz. Powell, Süreyya falan da kimmiş benim yanımda :) Onun nefesi topuğumda, kaptı kapacak şekildeyiz. Allah'tan rüyadayız da nefessiz kalma diye bir dert yok. Saniye kaybetsem parça pinçik etcek beni :) Tam böyle ağzını açıp kapmaya yelteniyor; çat diye uyanıyorum. Bir kalkıyorum nefes nefeseyim; gerçekten koşmuş gibi. Tamam diyorum zaten; bugün daha spor yapmaya gerek